Taşlar tarih boyunca insanlar için önemli yer tutmuştur. Dağların içinde barınma ihtiyaçlarını karşılayan mağaralar, yerleşik hayatla beraber doğan mimaride yapılan evler, tapınaklar ve surlar, ilk dönemde yapılan silahlar ve daha niceleri... İnanç sistemleri bulunan toplumlarda ise içinde ruhların bulunduğu kutsal varlıklar olarak nitelendirildiler. Paganlar tanrılarının bedenlerini taşlarla tasvir etti, Türkler ise ölen kahramanlarının hatıralarını yaşatmak için mezarları başına balbal ismini verdikleri tasvir heykeller dikti. Anıt mezarları, piramit gözlem evleri ve gizemli devasa heykelleri ile Mezoamerika taş işçiliği, Türkistan kavimlerinin neredeyse aynısı durumunda.
TÜRKLERDE TAŞ KÜLTÜRÜ
Eski Türk toplumlarında taş önemli bir yerde bulunmaktadır. Bu önemi destanlarında da görebiliriz. Yaratılış Destanı’nda Tanrı Ülgen, her yeri sularla kaplı olan dünya üzerinde kuş şeklinde uçmaktadır. Konacak yer bulamaz ve bu esnada gökten gelen bir ses Ülgen’e denizden çıkan bir taşa konmasını söyler. Ülgen taşa konduktan sonra yer kürenin yaratılması gerektiğinin kararını alır. Türeyiş Destanı’nda ise eski Hun hükümdarlarından biri çok güzel iki kız çocuğa sahiptir. İnsanlar bu kızların Tengrilerle evlenmesi için Kök Tengri tarafından yaratıldığına inanmaktadır. Hükümdar da kızları evlenene kadar onları korumak için ülkesinin kuzeyine taştan bir kule yaptırmıştır. Görüldüğü üzere Türkler için taşlar kutsiyet atfeden objelerdir.
Türkler yerleşik hayata Uygurlar döneminde geçtiği için öncesinde tamamıyla konar-göçer hayat yaşamaktaydı. Bu yüzden sürekli üretim yapamıyorlardı. Kâğıt gibi, mürekkep gibi günümüzde ve o dönem Çin’de önemli yer tutan bu malzemeler, Türkler için o dönem ulaşılması zor ögelerdi. Geride torunlarına bırakacak yazılı eserler bırakmak isteyince hâliyle taş işçiliğine yöneldiler ve yazılı eser olan kitabeleri dikmeye başladılar. Bu eserlerden Göktürk kitabelerinde “Balbal” kelimesi geçmektedir. “Vurmak, çakmak” anlamlarında kullanılsa da Moğolcada “parçalamak, yok etmek, ortadan kaldırmak” anlamlarına gelmektedir.
Rus Türkolog Vasili Radloff, balballar için ilk defa “bir ölü için anıt olarak dikilen tasvir” ifadesini kullanmıştır. Çünkü eski Türkler cesur savaşçıların ruhlarının taşların içinde yaşadığına inanıyordu ve bunları kurganlar etrafına dikiyordu. Bir diğer görüş ise balballar, Alplerin savaşta öldürdükleri düşmanlarını temsil ediyor. Kurgan etrafına tasvirlerinin dikilme sebebi ise bu düşmanların sonraki yaşamda kurgan sahibine hizmet edecek olmasıdır. Bakıldığı zaman kahraman savaşçıların mezarları etrafında balballar görülmekle beraber, bazı bölgelerde ise bir şeyleri tasvir eden heykel halleri ile görülmektedir. Ellerinde kadeh tutan ve atakta bekler vaziyette tasvir edilen figürler bulunmaktadır. Bumin Kağan’ın mezarı etrafında 270 ve Kül Tegin’in mezarı etrafında ise tamı tamına 900 adet bu şekillerde tasvir edilen balballar bulunmaktadır.
Elinde Ant Kadehi tutan Altay Balbalı
AMERİKA KITASINDA BULUNAN BALBALLAR
Orta ve Güney Amerika medeniyetleri çok eskiye, binlerce yıl öncesine dayanır. Bu bölgede Toltekler, Olmekler, Zapotekler, Mistekler, İnkalar ve Mayalar dönem dönem ileri uygarlıklar kurmuşlardır. Buralarda bulunan heykelcikler içinde Türk tipi balbal diyebileceğimiz heykeller de görülmektedir. Bu heykellerin Türkistan’da bulunan Türk balbalları gibi pozisyon aldığı görülmektedir. Mustafa Kemal Atatürk ise Mezoamerika halkları ile Türkler arasındaki bağlantıyı araştırabilmek adına Tahsin Mayatepek’i Meksika Büyükelçisi olarak atamıştır. Mayatepek’in soyadı ise Maya dilinde tepe anlamına gelen “tepek” sözcüğünden türemiştir.
Elinde kadeh tutan Aztek heykeli, İskit balbalı ve Tolu heykelciği.
Taş işlemeciliğinde mahir olan Amerika yerlileri bu yeteneklerini birçok alanda ve eserde göstermiştir. Birçok güzel örneği olan bu taş işçiliği kıtayı kolonize eden İspanyollar tarafından da fark edilmiştir. İspanyollar buradaki taştan şehirleri, kaleleri, piramitleri ve insan kurban etmek için kullanılan taşları belgelemişlerdir. Fakat yapılan araştırmalar sonucunda Amerika yerli halklarında insan kurbanı yok denecek kadar azdır. İspanyollar insan kurbanı savını kıtada yaptıkları eylemleri meşrulaştırmak adına ortaya atmıştır.
San Lorenzo Xalapa Müzesinde bulunan Olmek eseri.
GÖÇ VE KÖKEN
Son buzul çağının sona ermeye başladığı dönemde yani günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce Bering Boğazı üzerinden parça parça göçler olduğu belirlenmiştir. Göçler Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri sınırlarından sonra Meksika, Honduras, Nikaragua ve Panama’dan geçip Pasifik kıyısı boyunca Güney Amerika’ya ilerlemektedir. Bulunan heykeller de tam olarak bu genetik göç haritası üzerinde bulunmaktadır. Güney Amerika’da bulunan heykeller kıtanın doğu kısmında değil pasifik kenarlarında bulunmuştur.
Amerika yerli halklarının genleri ile Sibirya bölgesinde yaşayan Altay Türklerinin genleri de birbiriyle uyuşmaktadır. Dr. Theodore Schurr yaklaşık 1500 DNA örneğini incelemiş ve Amerika yerlileriyle Altay Türklerinin genlerinde ortak bir mutasyon saptamıştır. Bu bağlamda fenotip, kültür ve genetik yapının birbiriyle tutması bütün bu olanların bir tesadüf olmadığını ve aynı soydan geldiğini kanıtlamaktadır. Sonuçlar doğrultusunda yapılabilecek çıkarım ise Amerika kıtasına göç eden insanların proto-Türkler ya da onların da ataları sayılabilecek topluluklar olduğudur.
Genetik Göç Haritası
Comments