top of page
Saray
Image by Wander Creative
Antik Yapısı
Image by Daniel H. Tong
istanbul-turkey-sea-buildings-4k_1538067
Türkiyedeki-Tarihi-Yerler.jpg
Saray
Image by Wander Creative
Antik Yapısı
Image by Daniel H. Tong
istanbul-turkey-sea-buildings-4k_1538067
Türkiyedeki-Tarihi-Yerler.jpg

KURTULUŞ SAVAŞI’NIN EL CEZİRE CEPHESİ

Türkler, Irak’a ilk yerleştiğinden itibaren bölgede güç unsuru olmaya başlamıştır. Geldikleri coğrafyanın kısa bir sürede hükmedeni konumuna yerleşmişlerdir. Bin yıl boyunca Irak’ı, gerek Irak merkezli gerekse Irak’ı topraklarına katarak yönetmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Irak, Anadolu Türklüğünün ciddi bir meselesi haline gelmiştir. Musul, Mondros’a dayanarak İngilizlerin haksız bir şekilde işgal etmesiyle Türkiye ile İngiltere arasında 1926 senesine değin süren bir siyasi soruna yol açmıştır.(1) Kısa vadede ortadan kalkan bu kiriz coğrafyanın getirdiği yeni şartlar altında yakın bir gelecekte yeniden ortaya çıkmış ve günümüze kadar uzanarak büyük bir siyasi ve askeri serüven ortaya çıkarmıştır.

Erzurum Kongresi’nin kararlarını açıklayan 7 Ağustos 1919 tarihli bildiri ile… Türkiye’nin sınırlarının tasarlandığı bölümünde, Türk ordusunun 30 Ekim 1918 tarihinde tuttuğu cephe hattının sınırları içinde kalan yeni Türkiye’nin bağımsızlığı istenmekte idi”

Erzurum Kongresi’nde belirtilen sınırlar içerisinde kalan Musul, Misak-ı Milli kararlarının Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul edilmesiyle başlayarak Türkiye’nin dış politikasında her dönem varlığını devam ettirmiş olan derin bir konudur. Çeşitli dönemlerde milletimizin gündeminin ana konusu olmuştur.


Atatürk, Sivas ve Erzurum Kongrelerinde belirttiği Türkiye’nin güney sınırlarını Irak bölgesinde en güney ucunun Süleymaniye’yi olacak şekilde Musul ve Kerkük’ü kapsadığını beyan eder.(2) Atatürk, söylem ve demeçlerinde altını vurgulayarak Musul ve civarının Türk toprağı olduğunu ima etmiştir.


Başkumandanımız Mustafa Kemal Atatürk daha kurtuluş savaşının hazırlık döneminde Erzurum Kongresi’nden sonra Irak’ın Süleymaniye şehrinde İngilizlere karşı isyan başlatan Şeyh Mahmut’a mesaj göndermiştir.(3) Irak’ta ilk yerel direnişi başlatan Şeyh Mahmut esir düşene kadar İngilizlere karşı büyük bir direniş örneği göstermiştir.


İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin raporlarında aktarılan bu direnişin başlangıcı 26 Mayıs 1919’a tekabül etmektedir. Bu tarihle birlikte Ege’de Yunan işgaline karşı kurulan kuvva-i milliyeden daha dört gün önce başladığı görülmektedir. Bu durumla silahlı milli mücadelenin açılan ilk cephesi olduğunu göstermektedir.


Anadolu’da Kurtuluş Savaşı verilirken Atatürk, Musul cephesiyle olan ilgisini sürdürmüştür. Bunun en önemli örneği hiç şüphesiz El Cezire Cephesi’ne Cevat Paşa’yı atamasıdır. 1. Dünya Savaşı’nda Irak Cephesinde görev yapan Cevat Paşa’nın bölgeyi iyi bilmesi hasebiyle göreve atandığı açıkça ortadadır. Cevat Paşa görevin verilmesiyle birlikte hiç zaman kaybetmeden Diyarbakır’a giderek El Cezire Cephesinde ki direnişi idareye başlamıştır.(4) İlerleyen tarihlerde bölgede süren direnişi yönetmek için Revanduz’a Özdemir Bey ve birçok Türk subayı bizzat Atatürk’ün emriyle gönderilmiştir.(5)


Kurtuluş Savaşı’nın Anadolu’da kesin Türk zaferiyle son bulması hasebiyle Lozan şehrinde başlayan Lozan Konferansında, Irak’ta devam etmekte olan milli direniş büyük tartışmalara yol açmıştır. Taraflar arasında anlaşma sağlanamadığı için olay Milletler Meclisine kadar gitmiş fakat burada da İngiliz Bürokrasisinin kurnazlığıyla İngiliz çıkarlarınca sonuçlanmıştır. Türkmeneli’nde yaşayan halk yaklaşık bin yıldır bu topraklarda ikamet etmektedir. Tarihsel olarak Türkmeneli, Anadolu ile birdir. Selçuklular, Atabeyler, İlhanlılar, Celayir’iler, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlı döneminde bölgede ki Türk nüfusu artarak devam etmiştir. Bölgeye hâkim olan devletlerin Türk olması da Türkiye’nin bölge üstünde ki doğal haklarının kanıtı niteliğindedir. Irak’ta Kurtuluş Savaşı’nın az bilinen ama ülkemizi siyasi, askeri ve kültürel açıdan etkileyen tarihi bir öneme sahip olan El Cezire Cephesi’ni ayrıntılı olarak inceledim.


1. “Türk” ile “Türkmen” Deyimleriyle Irak Türkmenleri


Orta Çağ’da Türk ve İslam tarihi için çok önemli bir rol oynamış olan ve boylar halinde yaşayan Türk topluluklarına ad olarak “Oğuz” veya “Türkmen” deyimi kullanılmıştır.(6) Türkmen kelimesi ilk kez Kaşgarlı Mahmut’un büyük lügatinde izah ediliyor.(7) Türkmen kelimesini anlamıyla ilgili yakın zamanda geçerlilik kazanmış olan açıklama ise “Türkmen” sözünün içerisinde yer alan “men” ekinin Türkçe mübalağa anlamı taşıyan bir ek olduğu söylenerek bu adın, Öz-Türk anlamına geldiği kabul görmektedir.(8) Yakın Doğu yazarları bu Türk boylarından El- Guzz adıyla söz etmektedir. Bu durum ile anlaşılmaktadır ki Oğuzlar, kendilerine Türkmen demiyorlardı. Onlar, Müslümanlar tarafından her yerde kendilerine verilen bu adı uzun bir zaman benimsemediler. XIII. Yüzyıl itibariyle artık Türkmen deyimi büyük bir yaygınlık kazanarak Oğuz deyiminin yerini aldı.(9)


Oğuzlar-özellikle Selçuklu dönemi Oğuzları- Anadolu’dan önce ana yerleşim olarak Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyini seçmişlerdir. Bu bölgelere yerleşmiş olan Oğuzlar, Türkmen adıyla anılmaktadır.


Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunda Türkiye topraklarından ayrılıp, İngiliz desteği altında kurulan Irak devletinin vatandaşları olarak varlıklarını sürdüren soydaşlarımızdan, Türkmen teriminin Orta Doğu Türkleri için kullanılıyor olmasına rağmen uzun yıllar “Irak Türkleri” diye söz edilmiştir.(10) Misak-ı milli sınırlarında olan edebiyatı, yaşamı, kökeni Anadolu ile bir olan, bin yıldır aynı topraklarda yaşayan bu halk uzunca bir süre Türk diye adlandırılmıştır. Irak’ta yaşayan Türklerin Anadolu ile olan bağlarını ve kökenlerini ortadan kaldırmak için Irak Türklerinin, Orta Asya asıllı olduğunu ve Anadolu ile bağlantısı olmadığını ispata çalışan İngilizler, Lozan Konferansında İngiliz heyeti aracılığıyla bölgede yaşayan Türkleri, “Türkmenler” deyimi üzerinden tanımlayarak siyasi manevra yoluna gitmişlerdir.(11)


İngiliz heyetinin Irak’ta bulunan Türkleri bu şekilde isimlendirmesinin yegâne sebebi hiç şüphesizdir ki Türkiye’nin bölge üzerinde hak talebinde bulunmasını engelleme amacıdır. Diğer bir yöndense kendi sömürgelerini meşrulaştırma gayesidir.

Açıkça görülmektedir ki kavram karmaşasıyla İngilizler, bölgedeki çıkarlarını korumak için her türlü mücadeleye girmiştir. İngilizlerin münferit tutumları üzerine İsmet Paşa, “Türk” ve “Türkmen” in eşanlamlı kelimeler olduğunu vurgulamış hatta bu bağlamda Türkiye Türklerinin de Türkmen olduklarını söylemiştir. Bu durum ile kelime karmaşası ve tartışması yaparak hadisenin politik bir manevraya dönüştürülemeyeceğini ileri sürmüştür.(12) İsmet Paşa’nın da belirttiği gibi şu sonucu çıkartabiliriz ki Irak’ta yaşamakta olan soydaşlarımıza ister “Türk” isterse “Türkmen” diyelim sonuç itibariyle Anadolu ile Irak Türkmeneli etle tırnak gibidir. Birisi olmadan diğeri asla tam olamaz.


2. EL CEZİRE İHTİLALİ(CEPHESİ)


2.1 Kurtuluş Savaşı Başlangıcında El Cezire’nin Durumu


Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından kısa bir süre sonra Osmanlı Irak’ta cephe açmak zorunda kaldı. İngilizlerin Irak’ta başlayan ilerleyişi Bağdat’a gelmeden durduruldu. Durdurulan İngiliz kuvvetleri Kut’ta kıstırıldı. Halil Paşa tarafından kuşatılan Kut’ta Türk askerlerinin göğüs göğse verdiği savaşla İngilizler, Türk askerine teslim oldu.(13)

Çanakkale Savaşı’ndan sonra ikinci büyük kahramanlık destanı olan bu savaşın meyveleri, ne yazık ki toplanamadı. Irak cephesinde bu zaferi kazanan askerlerin başka cephelere kaydırılmasıyla güvenlik zaafı oluştu. Oluşan bu durum üzerine İngilizler 265 bin kişilik bir kuvveti Irak’a yığdı.


Bölgede bulunan 25 bin kişilik Türk ordusu tüm çabalara, askerlerin cephelerde gösterdiği kahramanlıklara rağmen yetersiz kaldı. İngilizler kalabalık askeri gücünü başarıyla kullanarak ilerlemeye devam etti 1917’de Bağdat düştü. İngilizler, önlerinde perişan ve dağınık halde bulunan Türk ordusunun üzerine tekrar taarruz başlattı. Musul’a kadar çekilen Türk ordusu, burada tekrar savunma hattı kurdu. İngilizler, ateşkes imzalanmadan önce Musul’u almak istiyordu ancak Türk ordusunun direnişini kıramadı.


Birinci Dünya Savaşını Osmanlı ve İtilaf devletleri arasında sonuçlandıran 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, imzalandığı sırada İngilizler daha Musul’a girememişti. Ancak İngiliz kuvvetleri, mütarekeyi daha birinci gününden çiğnediler. Musul’u almak için askeri harekete geçtiler. 15 Kasım 1918’de Musul fiilen İngilizler tarafından işgal edildi. Musul’u savunan 6'ncı Ordu, gözyaşları içinde şehri terk etmek zorunda kaldı.(14)

Irak coğrafyasında yer alan Fırat ve Dicle nehirlerinin arasındaki, Batılı kaynakların “Mezopotamya” olarak adlandırdıkları, Türk nüfusunun yoğunlukta yaşadığı ve binlerce yıllık tarihi süreci içerisinde iklim şartları, yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından dikkat çeken coğrafyanın adı El Cezire’dir.(15)


Fevkalade bir öneme sahip olan bu bölgenin İngiliz işgalinden kurtarılması amacıyla ortaya çıkan direnişe El Cezire cephesi denilmektedir. Nitekim, bu kadar büyük bir ciddi öneme sahip olan bölge TBMM milletvekillerinin de dikkatinden kaçmamıştır. 28 Ekim 1922 tarihinde hazırlanan bir tutanakta:


Musul, Süleymaniye, Kerkük, Türkiye’nin la-yen-fekk eczasından(ayrılmaz kısımlarından) olup Misak-ı Milli mücebince hakimiyetimiz altına alınacağı şüphesiz olduğundan..”(16)


Bu yazışmalar ve söylemler ile bölgenin Misak-ı Milli’ye sahil olduğu ve TBMM’nin askeri hedefleri çerçevesinde bölgenin hakimiyet altına alınmasına dair vurgular yapılmak sureti ile milli bir bilinç ve şuur oluşturulması amaçlandığı görülmektedir.

Mondros Mütarekesi gereğince Türk toprakları, İtilaf devletlerince paylaşılması hedeflenmiştir. Bu amaçla Türk ordusu terhis edilmiş, askeri mühimmatlara el konulmuş, boğazlar zapt edilmiş ve Türk milletine karşı her türlü tecavüz ve saldırılar ortaya çıkmıştı.


Bu kaos ve korku ortamı altında mütarekenin imzasından hemen sonra, Türk milletinin bağımsızlık duygusunun bir sonucu olarak memleketin her bir köşesinde kuvva-i milliye teşkilatları kurulmuş ve nitekim Başkomutan Mustafa Kemal’in önderliğini üstlendiği Milli Mücadele meşalesi yakılarak tüm Anadolu üstünde aydınlık bir ufuğa doğru ışık saçmaya başlamıştı.(17)


Batı cephesinde İzmir’in işgalinden sonra Ege’nin kuvva-i milliye direnişleriyle eş zamanlı olarak başlayan bu şanlı direniş 26 Mayıs 1919’dan 25 Mayıs 1923’e dek süren tam dört yıllık kahramanlık öyküsüdür. Bu cephede Süleymaniye ilk direnişin başladığı ve son direnişin bittiği yerdir. El Cezire cephesi dört yıllık direnişiyle Kurtuluş Savaşı’nın en uzun süreli cephesi olmuştur. Bu direniş 26 Mayıs 1919’da başladığına göre Ayvalık Direnişinden dört gün öncedir ve bu niteliğiyle silahlı kuvva-i milliye harekâtının başlangıcıdır.(18)


2.2 Şeyh Mahmut’un İsyanı


Şeyh Mahmut ilk kez tarih sahnesine, Irak cephesi komutanı Halil Paşa’nın kendisine Osmanlı’nın sancaklarından birisi olan Süleymaniye’nin yönetimini devretmesiyle çıkmıştır. Halil Paşa’nın Şeyh Mahmut’un yanında bıraktığı Türk subaylarından birisi 18 Haziran 1919 tarihinde Süleymaniye’nin direnişini ve İngilizlerce işgalini Kazım Karabekir Paşa’nın 15. Kolordu Komutanlığı’na şöyle rapor etmiştir:


“… 26 Mayıs 1919’da İngiliz görevlilerine ve askerlerine muhalif tavır gösterip bu kişileri esir almış, Süleymaniye’deki esirleri kurtarma amacıyla gelen İngiliz kuvvetini Nasluca adlı bölgede mağlup etmiştir…”

İngilizlerin yaşadığı bu mağlubiyet üzerine RAF( ROYAL AİR FORCE) gücüyle sivil halka ölüm saçmışlardır. Süleymaniye’de bulunan sivil halka insanlık suçu işleyerek vahşice saldıran İngilizler, hava kuvvetleriyle ilerleyen yıllarda aynı vahşetleri tekrar etmiştir.


Süleymaniye’de başlayan bu kahraman direniş Atatürk’ün gözünden kaçmamıştır. Erzurum Kongresinden sonra, bölgede askeri faaliyetler yapan Şeyh Mahmut’a tebrik mesajı iletmesi bunu göstermektedir.


Ancak mesaj Şeyh Mahmut’a ulaşamamıştır. İngilizlerin hava kuvvetleriyle destekleyerek başlattığı katliam taarruzu sonucunda Şeyh Mahmut, Süleymaniye-Kerkük arasında Bazyan geçidinde pusuya düşerek yakalandılar.

Direnişin Lideri Şeyh Mahmut’un tutsak düşmesiyle bastırılan bu harekât Özdemir Müfrezesinin gelişi ve Derbent Zaferi’yle tekrar canlanmış, Şeyh Mahmut’un kurtarılması ve Süleymaniye Kongresi’yle taçlandırılmıştır.(19)


2.3 Telafer Devrimi


Şeyh Mahmut’un yakalanması ve Kuveyt’e sürülmesiyle Süleymaniye’de Kuvva-i Milliye Hareketi’nin 1919’daki ilk dönemi sona ermiş oldu. Bundan sonra direniş çabaları Musul’a kaydı. Burada kurulan “Cemiyet-i Hilalîye” başta olmak üzere değişik örgütler İngiliz oyunlarından ve baskılarından bunalan Araplarında katılımıyla etkinlik kazandı.(20)


1920 yılında tekrar direnişler başladı. Bunların en önemlisi Haziran sonlarında gerçekleşen Telafer Ayaklanmasıdır. Türkiye tarihinde pek yer almayan bu olay Irak tarihinde “Telafer Devrimi” olarak adlandırılmıştır. Bu direnişin Türkiye ile olan ilişkilerinden dolayı bu direnişe ve sonrakilere “Hareket-ül Kemaliye” denilmiştir.(21)

Yarbay Cemil Muhammed Halil Efendi’nin yönettiği isyanla Telafer kurtarıldı. Anadolu’dan gelecek olan takviye güçlerin gecikmesiyle Musul’u kurtarmak için yapılacak olan ileri harekât sonuçsuz kaldı. Durumu öğrenen İngilizler, hava kuvvetlerinin desteğiyle Telafer’e katliam yaparak girdi. İngilizlerin yaptığı vahşetle Telafer İsyanı son buldu.(22)

.

2.4 Özdemir Harekâtı


Telafer Ayaklanmasının bastırılmasından sonra El Cezire cephesindeki direniş, coğrafi olarak dağlık ve savunmaya çok daha elverişli olan Musul Vilayetinin kuzeydoğu kısmında, Revanduz civarında yoğunlaştı.16 Aralık 1921 tarihinde İngilizler hava desteği ve yüksek ateş gücüyle kalabalık bir kuvvet toplayarak Revanduz’a yürüdüler. Ama Kuvva-i Milliye güçleri onları Babaçiçek Boğazında kıstırarak perişan ettiler.(23)

Cevat Paşa, Malta sürgününden kurtulup Ankara’ya geldiğinde kendisini yeni oluşturulan El Cezire cephesine komutan olarak atandı. 1. Dünya Savaşı’nda Irak Cephesinde görev yapan Cevat Paşa’nın bölgeyi iyi bilmesi hasebiyle göreve atandığı açıkça ortadadır. Cevat Paşa görevin verilmesiyle birlikte hiç zaman kaybetmeden Diyarbakır’a giderek El Cezire Cephesinde ki direnişi idareye başlamıştır.(24)


Cevat Paşa’nın El Cezire komutanı olarak atanmasından sonra Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, 1 Şubat 1922 tarihli başkomutanlık yönergesiyle Özdemir Bey’i Revanduz’a El Cezire cephesindeki direnişi devam ettirmesi için görevlendirdi. Başkomutanlık yönergesiyle Özdemir Bey ile 30 kişilik komuta grubu ve 50 kadar erat görevlendirilmiştir.(25)


Özdemir Bey, emirler üzerine Ankara’dan El Cezire cephesinin karargâhı olan Diyarbakır’a gitti. Cevat Paşa’dan aldığı talimatlarla Revanduz’a hareket etti. 22 Haziran 1922 yılında Özdemir Bey, Revanduz şehrine ulaştı.

Revanduz ’da başlayan Özdemir Harekâtı, kısa sürede güçlenmişti. Bölgedeki isyanın Türkiye ile olan bağlarını gizlemek için Özdemir Bey bağımsızlık ilan etmiş ve yeşil zemin üzerine kırmızı bir daire ve üstünde hilal olan bir bayrak Revanduz ‘da dalgalanmaya başlamıştır.(26)


Batı cephesinde 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz başlarken, Özdemir Bey 250 kişilik müfrezesi ve oymaklardan topladığı yaya ve atlı gayri nizami birliklerle toplam beş bine yaklaşan gücüyle savaşa tutuşmuştu. İngilizler ise Hintli sömürge askerleri, “Şabbane” denilen yerel Hristiyan milisler ve “Vatani” denilen Faysal’ın kurduğu Irak ordusuna bağlı Araplardan oluşan yedi bine yakın askeri güçle ve İngiliz hava kuvvetleriyle yörede bulunuyordu. Derbent Boğazında üç gün üç gece süren ölüm kalım savaşıyla 31 Ağustos gecesi İngilizler geri çekilmek zorunda kalmıştır.(27)


Bu askeri başarının ardından Özdemir Bey, Doğu Cephesi komutanlığına İmadiye-Revanduz hattı üzerinden Musul-Kerkük hattına yapılacak bir taarruz planı hazırlayarak göndermiştir.


Mudanya Ateşkes görüşmelerinden önce yaşanan siyasi kriz ile birlikte Başkomutan Mustafa Kemal, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reis’i Fevzi Çakmak’a ordunun eş zamanlı olarak boğazlar ve Kerkük’e yürünmesi için tetikte olması emrini vermiştir. Bunun üzerine Fevzi Çakmak Paşa, Batı cephesi komutanlığına, El Cezire cephesi komutanlığına ve Doğu cephesi komutanlığına askeri bir harekât için hazırlıkta olunması talimatını vermiştir.

Eylül 1922’de Doğu ve El Cezire cephelerine gönderilen bir telgrafta: Musul mıntıkasının dâhil olduğu Misak-ı Milli hududumuzun gerekir görüldüğü taktirde silahla hakimiyet altına alınacağını, ordumuzun aşiret ve yerli halktan oluşan birliklerle takviye edilmesiyle İmadiye-Süleymaniye hattı üzerinden hareket ederek Musul-Kerkük’e taarruz emrinin verilebileceğini ifade etmiştir.”


3. LOZAN KONFERANSI


Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşması ve El Cezire cephesinde Derbent Zaferi’nin kazanılmasıyla birlikte askeri mücadelenin yerini bürokrasi almıştı. Lozan Konferansı tam bir bürokrasi savaşına dönüştü. Musul sorunu, İngiltere ile Türkiye temsilcilerinin amansız bir kavgaya tutuştukları, Lozan Barış Konferansının en heyecanlı ve en çetin bölümünü oluşturur.(29)

Musul konusu üzerinde Türk heyetinin sert tutumu yüzünden bir kaç sefer görüşmeler kesilmiştir. Lozan’da taraflar anlaşamayınca sorunun çözümü İngiltere hükümeti ile Türkiye hükümetinin arasında ikili görüşmelerle çözülmesi şeklinde alınan bir karara bırakıldı.(30) Yapılan antlaşmaya göre sekiz ay içerisinde İngiliz ve Türk tarafları anlaşmazsa Musul Meselesi, Milletler Cemiyetine götürülecekti.(31)



Bu kararın üzerine İngiltere ile Türkiye, İstanbul’da 19 Mayıs 1924 günü başlayarak Haliç Konferansı adıyla bilinen toplantıyı gerçekleştirdi. İngiliz heyeti başkanı, tartışmalarda Musul şöyle dursun, Hakkâri vilayeti ve ona bağlı yerleşkeleri Türkiye’den istemiştir.(32)


İki ülke arasında sonuç alınamayınca olay Milletler Cemiyeti’nde görüşülmeye başlandı. 16 Aralık 1925 tarihinde Türkiye’nin katılmadığı Milletler Cemiyeti Adalet Divanı, Musul’un Irak’a bırakılması şeklinde bir oldubitti karar almıştır.

Musul’un kaybedilmesinde özellikle Türkiye’de çıkan ayrılıkçı Şeyh Sait(16 Şubat 1925) ve 1937’ye kadar süren Ağrı-Dersim hattı üzerinde geniş alana yayılan devlete başkaldırılardan dolayı İngilizler, bürokratik başarılarıyla Musul’u Türkiye’nin elinden almıştır.(33)

Askeri olarak Irak’ta kazanılan başarı bürokrasi masasında kaybedilerek Türkiye aleyhinde sonuçlanmıştır. Bu olay neticesi ile Kurtuluş Savaşı’nın ilk askeri cephesi olan El Cezire cephesi, siyasi arenada mağlubiyete uğrayarak sonuçsuz kalmıştır.


DİPNOTLAR


(1)MARUFOĞLU, Sinan (2002), Irak Türkleri, Türkler Ansiklopedisi, C.XVI: s1036.

(2)KAYA, Erol (2002), Misak-ı Milli’nin Sınırları, a.g.e… C.XVI: s 117-118.

(3)ATATÜRK, Kemal Mustafa(2015) 51. Vesika, Nutuk Vesikalar Cildi.

(4)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e… s91

(5)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e…s101-103

(6)TÜYSÜZ, Cem (2002), Türkmenler, a.g.e… C.IV, s 964.

(7)KAFESOĞULU, İbrahim (2002) , Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti, a.g.e… C.IV, s 1001.

(8)TÜYSÜZ, Cem (2002), a.g.m… s 964-965.

(9)TÜYSÜZ, Cem (2002), a.g.m…, a.g.e… C.IV, s 965.

(10)SAATÇİ, Suphi (2007), Irak Türkmenleri, s 15.

(11)Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, çeviren: Saha L. Meray, takım1, cilt 1,

(12)SAATÇİ, Suphi, “Kürtlerin Haklarına Evet Peki Ya Irak Türkmenleri”, Milliyet 15.06.1991

(13)BELEN, Fahri, “Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi”, Cilt 3, s 148-150.

(14)SAATÇİ, Suphi (2007), a.g.e…, s 113-119.

(15)KOCAMANAYDIN, Rabia (2002), Irak Türklerinin Sosyal Hayatı, Türkler Ansiklopedisi, C.XX: 1058, Ankara

(16)ALP, İlker (2002), Misak-ı Milli Hedeflerinin Lozan Antlaşması’na Yansıması, Türkler Ansiklopedisi, C.XX: 559, Ankara

(17)AKIN, Veysi (2002), Lozan Barış Antlaşması, a.g.e… C.XX, s 577.

(18)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e…, s 41-42.

(19)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e…, s 37-45.

(20)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e…, s 55.

(21)ABOŞ, Telaferli Kahtan Ahmet , El Tavratül Telafer(Telafer Devrimi).

(22)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e…, s 56.

(23)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e.., syf 69.

(24)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e…, syf 88-91.

(25)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e…, syf 101-102.

(26)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e…, syf 107-115.

(27)GÜZTOKLUSU, Murat (2008), a.g.e…, syf 120-125.

(28)ALP, İlker (2002) a.g.m…, a.g.e… C.XX, s 559.

(29)KARACAN, Ali Naci, Lozan, s 242.

(30)AKIN, Veysi (2002), a.g.m…, a.g.e…, C.XX, s 585.

(31)BADEMCİ, Ali (2016), Irak’ta Türkmen Dramı , s 27-28.

(32)”Haliç Konferansı”, Ayın Tarihi, Cilt 3, Sayı 7-10, s 171-175.

(33)BADEMCİ, Ali (2016), a.g.e…, s 28-29.


KAYNAKÇA


ABOŞ, Telaferli Kahtan Ahmet , El Tavratül Telafer(Telafer Devrimi)

AKIN, Veysi (2002), Lozan Barış Antlaşması, Türkler Ansiklopedisi C.XX, s 577-585, Ankra.

ALP, İlker (2002), Misak-i Milli Hedeflerinin Lozan Antlaşması’na Yansıması, Türkler Ansiklopedisi C.XX, s 559, Ankara.

BADEMCİ, Ali (2016), Irak’ta Türkmen Dramı

BELEN, Fahri, “Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi”, Cilt 3, s 148-150.

GÜZTOKLUSU, Murat, (2008), Musul Özdemir Harekatı

”Haliç Konferansı”, Ayın Tarihi, Cilt 3, Sayı 7-10, s 171-175.

KAFESOĞULU, İbrahim (2002) , Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti, Türkler Ansiklopedisi C.IV, s 1001.

KARACAN, Ali Naci, Lozan, s 242.

KAYA, Erol (2002), Misak-ı Milli’nin Sınırları, Türkler Ansiklopedisi C.XVI: s118.

KOCAMANAYDIN, Rabia (2002), Irak Türklerinin Sosyal Hayatı, Türkler Ansiklopedisi, C.XX: 1058, Ankara

Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, çeviren: Saha L. Meray, takım1, cilt 1, Ankara 1969, s 345-346.

MARUFOĞLU, Sinan (2002), Irak Türkleri, Türkler Ansiklopedisi, C.XVI: s1036

ATARÜRK, Kemal Mustafa(2015), NUTUK VESİKALAR CİLDİ, 51. VESİKA.

SAATÇİ, Suphi (2007), Irak Türkmenleri, İstanbul.

SAATÇİ, Suphi, “Kürtlerin Haklarına Evet Peki Ya Irak Türkmenleri”, Milliyet 15.06.1991

TÜYSÜZ, Cem (2002), Türkmenler, Türkler Ansiklopedisi C.IV, s 964-965.



Yorumlar


Yazı: Blog2 Post
bottom of page